Hayvanların toprak oluşundan sonra Yüce Rabbimizin katından bir nida duyulur:
“Nerede Levh-i Mahfûz?”
Bu nida üzerine Levh-i Mahfûz derhal görünür. Onun çok muazzam bir ağırlığı vardır.
Yüce Allah (C.C.) buyurur ki:
“Tevrat, İncil ve Kur’an’dan sende yazdıklarım nerede?” (Levh-i Mahfûzda her şeyin yazıldığına dair Bkz. Ahmed b. Hanbel 4/431)
Daha sonra:
“Rûhu’l Emin’i bana çağınn.” diye emreder. Onu derhal getirirler.
Hakk Teâlâ Hazretleri buyurur ki:
“Ey Cibril!
Bu levh-i Mahfûz, benim sözlerimi ondan alıp elçilerime naklettiğini söylüyor. Doğru mudur?”
Cebrail Aleyhisselâm cevap verir:
“Evet, doğrudur Yarabbi.”
Allah (C.C.) tekrar buyurur:
“Yaptıklarını anlat.”
Cebrail Aleyhisselâm sözlerine devam eder: “Tevrat’ı Musa’ya indirdim.
Zebur’u Davud’a indirdim.
Incil’i İsa’ya indirdim.
Furkan’ı Muhammed’e indirdim.
Ve bütün suhuf ehline de sayfalarını indirip tebliğ ettim.”
Sonra:
“Ey Nuh!” diye bir nida duyulur.
Derhal Nuh Aleyhisselâm’ı getirirler.
Yüce Allah (C.C.) ona hitap eder:
“Ey Nuh!
Bu Cibril sana vahiy getirdiğini söylüyor, doğru mu?”
Nuh Aleyhisselâm cevap verir:
“Evet, doğrudur Yarabbi.”
Bunun üzerine Allah (C.C.) tekrar nida eder: “Kavmin ile ne gibi bir muamelen oldu?” Hz. Nuh şöyle cevap verir:
“Yarabbi!
Onları gece gündüz imana davet ettim. Fa* kat benim davetim, onların Hakk’tan uzaklaştırmalarını artırmaktan başka bir fayda sağlamadı.”
Allah (C.C.) Kur’an-ı Kerim’de olayı şöyle haber vermektedir:
“Dedi: Rabbim, doğrusu ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim.” (Nun 71/5)
O sırada:
“Ey Nuh kavmi!” diye bir nida duyulur.
Derhal bir gurup insan getirilir.
Onlara denir ki:
“Bu sizin kardeşiniz Nuh, size karşı peygamberlik görevini tebliğ ettiğini söylüyor. Acaba doğru mudur?”
Hep birden cevap verdiler:
“Hayır Yarabbi!
Doğru değil, yalandır. O bize hiç bir şey tebliğ etmedi!”
Bunun üzerine Allah (C.C.) tekrar Hz. Nuh Aleyhisselâm’a hitap eder:
“Ey Nuh!
Onlara karşı tebliğ vazifeni yaptığına dair elinde bir delil var mı?”
Hz. Nuh cevap verir:
“Evet Yarabbi, onlar üzerine delilim Mu-hammed Aleyhisselâm ve onun ümmetidir.”
Derhal Muhammed Aleyhisselâm oraya getirilir.
Allah (C.C.) ona der ki:
“Ey Muhammed! .
Bu Nuh, tebliğ vazifesini yaptığına dair senin şahidlik yapmanı istiyor.”
Bunun üzerine Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, onun tebliğ vazifesini yaptığına dair şehadette bulunur ve şu ayeti okur:
“Kendilerine yakıcı bir azab gelmeden önce kavmini uyar, diye Nuh’u kendi kavmine gönderdik.” (Nuh 71/1)
Daha sonra Yüce Allah (C.C.) Nuh Aleyhisselâm’ın kavmine şöyle buyurur:
“Sizin üzerinize Hak vacip oldu ve üzerinize azab kelimesi gerçekleşti.”
Kâfirler üzerine azabın gerçekleşeceğini Allah (C.C.) Zümer suresinde haber vermektedir:
O
“Ama azab sözü kâfirler üzerine hak olmuştur.” (Bkz. Zümer 39/71)
Nuh kavmi kâfirlerinin sorgusuz ve sualsiz cehenneme atılmaları emrolunur ve onlar ateşe atılırlar.
Sonra yine bir nida duyulur:
“Ad nerede?”
Derhal Hûd Aleyhis selâm’m kavmi getirilir.
Nuh Aleyhisselâm’ın kavmine sorulduğu gibi onlara da sorulur.
Onlar da yine peygamberlerini tekzib ederler.
Peygamberleri de yine Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimizi ve onun seçkin ümmetini şa-hid gösterir.
Yine Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz şahidlik eder ve şu ayeti okur:
“Ad (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla itham etti.” (Şuara 26/123)
Derhal emrolunur ve onlar da cehenneme atılırlar.
Yüce Allah (C.C.) tekrar nida eder:
“Ey Salih!
Ey Semûd kavmi!”
Derhal getirilirler.
Onlar da peygamberlerini yalancılıkla suçlarlar.
Salih Aleyhisselâm da Resûlullah (S.A.V.) Efendimizi ve onun seçkin ümmetini şahid gösterir.
Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz de şahidlik eder ve şu ayeti okur:
“Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla itham etti.” (Şuara 26/141)
Onlara da daha öncekilere yapıldığı gibi muamele olunur ve cehenneme atılırlar.
Diğer kavimler de aynı şekilde meydana çıkarılıp peygamberleri ile yüzleştirilirler.
Kur’an-ı Kerim onların hallerini bize haber vermektedir:
“Ad’ı,
Semûd’u, ■
Ress halkını ve bunlar arasında daha birçok nesilleri de (inkârcıhklarından dolayı helâk ettik.)” (Furkan 25/38)
Başka bir ayette Yüce Allah (C.C.) şöyle haber vermektedir:
“Sonra biz peşpeşe peygamberlerimizi gönderdik.
“Ve onlardan sonrakilerin (haberleri size gelmedi mi?) Onları Allah’tan başkası bilmez. Peygamberleri kendilerine mucizeler getirdi de...” (Bkz. İbrahim 14/9)
Kur anın bu beyanlarında diğer azgın kavimle-rin durumlarına bir uyan ve dikkat çekme vardır.
Meselâ Yârih, Mârih, Dohâ, Üsrâ ve benzeri kavimleri bu azgınlara örnek gösterebiliriz.
Nihayet Hitâb-ı İlâhî, Ress ve Tubba ashabı ile İbrahim Aleyhisselâm’ın kavimlerine yönelir.
Onlar da peygamberleri ile yüzleştirilip cezalandırılırlar. Onlann hiçbirisi için İlâhî Adalet terazisi olan mizan kurulmaz.
Çünkü onların tartılacak sevaplan yoktur. Onlar o gün Cenab-ı Hakk’ın Rahmetinden mahrûm kalacaklardır.
O gün Allah (C.C.) kime teveccühle baksa ve ona iltifat etse artık ona azab etmez.
Daha sonra Hakk Teâlâ Hazretleri, Musa Aleyhisselâm’ı çağırır. .
O da hemen gelir.
Yüce Allah (C.C.) şöyle hitap eder:
“Ey Musa!
Cebrail, sana risalet görevini ve Tevrat’ı indirdiğini söylüyor. Onun sana tebliğ ettiklerine şehadet eder misin?”
Musa Aleyhisselâm:
“Evet, Yarabbi! Şehadet ederim.” der.
Bunun üzerine Allah (C.C.):
“Öyle ise şimdi minberine dön ve sana vah-yedilen şeyi oku.” diye buyurur.
O anda minber getirilir ve Hz. Musa Aleyhisselâm okur. Mahşerdeki bütün mahlûkat can kulağı ile onu dinlerler.
Tevrat, ilk vahyedildiği gün gibi sanki ilk defa dinleniyordu. Hatta Tevratı çok iyi bilenler bile onu daha önce hiç tanımıyorlarmış gibi olurlar.
Daha sonra Allah (C.C.), Hz. Davud Aleyhisselâm’ı çağırır.
Onu derhal getirirler.
Davud Aleyhisselâm da sanki fırtına önünde bir yaprak gibidir.
Yüce Allah (C.C.) şöyle nida eder:
“Ey Davud!
Cebrail, sana Zebur’u tebliğ ettiğini söylüyor. Sen onun tebliğine şahidlik eder misin?”
Davud Aleyhisselâm cevap verir:
“Evet, Yarabbi! Şahidlik ederim.”
Bunun üzerine Allah (C.C.):
“Öyle ise şimdi minberine dön ve sana vah-yedilen şeyi oku.” buyurur.
Derhal minber getirilir ve Hz. Davud
Aleyhisselâm okur. Onun tok ve çok güzel bir sesi vardır.
O sırada bir kişi, Tâbûtu’s Sekine denilen mukaddes sandığın önünde Hz. Davud’un sesini duyar ve hemen harekete geçerek kalabalık saflan yara yara Davud Aleyhisselâm’a yaklaşmağa çalışır.
Nihayet ona ulaşır ve şöyle hitap eder: ■
“Zebur sana bir öğüt ve ders vermedi mi ki, sen benim hakkımda kötülük düşündün!”
Böyle sözler söyleyerek onu susturur.
İnsanlar Davud Aleyhisselâm’ın durumunu görünce, bütün o bekleme yerinde olanlar heyecanlanırlar.
Sonra o kişi, Davud Aleyhisselâm’ı Cenab-ı
Hakk’ın huzuruna sevkeder.
• #
Üzerlerinden sır perdesi kaldınlır ve şöyle söyler:
“Yarabbi!
Adaletinle hükmet ve benim hakkımı bundan al. Çünkü o, bilerek kasden beni helâke sürükledi.
Beni savaşa gönderdi ve ben savaşta öldürüldüm. O da benim karım ile evlendi. O günlerde kendisinin daha başka doksan dokuz karısı vardı.”
Bu iddialar üzerine Allah (C.C.), Davud Aleyhisselâm’a yönelir ve ona şöyle der:
“Dedikleri doğru mudur?”
Bu soruya karşı Davud Aleyhisselâm şu cevabı verir:
“Evet Yarabbi, onun savaşta öldüğü ve dul eşi ile evlendiğim doğrudur.”
Cenab-ı Hakk’a karşı edebinden dolayı başı önüne eğiktir. Bir yandan Allah (C.C.)’ın azabından korkarken diğer yandan onun vadini ve mağfiretini ummaktadır.
Bu sırada iddialarda bulunan kimse de Cenab-ı Hakk’ın lütf-u ihsanını umut eder.
Allah (C.C.) ona şöyle nida eder:
“Ben onun yerine sana şu, sarayları ve uşakları verdim.”
O da:
“Razı oldum Yarabbi!” der.
Sonra Allah (C.C.) Davud Aleyhisselâm’a hitap eder:
“Haydi git.
Seni mağfiret eyledim.
Şimdi minberine geri dön ve kaldığın yerden Zebur’u okumağa devam et.”
O da öyle yapar.
Sonra Allah (C.C.) İsrailoğullannm ikiye ayrılmalarını emreder. Onlar da iki kısma ayrılırlar.
Bir kısmı mü’minlerle beraber olur, bir kısmı da mücrimlerle beraber olur.
Sonra bir münadî:
“Meryem oğlu İsa nerede?” diye seslenir.
Derhal onu getirirler.
Yüce Allah (C.C.) sorar:
“Ey İsa!
Sen mi insanlara dedin ki, beni ve annemi Allah’tan gayri ilâh edinin?”
Bu soru üzerine İsa Aleyhiselâm, Cenab-ı Hakk’ın dilediği şekilde ona hamd-ü senâ eder, onu çok över. Sonra kendi nefsini kötüleyip hakir görerek şöyle cevap verir:
“Yarabbi!
Seni tenzih ederim.
Benim hakkım olmayan ve bana yakışmayan bir şeyi benim söylemem mümkün değildir.
Eğer öyle bir bir şey demiş isem sen onu şüphesiz bilirsin.
Sen benim içimdekini bilirsin. Ben ise sende olanı bilemem. Çünkü sen, gaybı en iyi bilensin.”
Yüce Allah (C.C.) bu cevaptan hoşlanır ve şöyle buyurur:
“Bugün öyle bir gündür ki, doğru söyleyenlerin doğrulukları onlara fayda verir. Sen de doğru söyledin ya İsa!
Haydi şimdi minberine dön ve Cebrail’in sana tebliğ ettiği Incil’i oku.”
Bunun üzerine Hz. İsa Aleyhisselâm:
“Evet, Yarabbi!” diyerek okumağa başlar.
Okuyuşunun güzelliğinden dolayı bütün başlar ona doğru çevrilir.
Hz. İsa, insanlar arasında onunla hükümler vermişti. Fakat şimdi İncili sanki ilk defa okuyor gibiydi. Hatta rahipler de İncilden hiç bir şey hatırlamazlar ve ondan bir ayetle bile amel etmediklerini zannederler. .
Sonra Hiristiyanlar da iki guruba ayrılırlar.
Mü’minler, mü’minlerle beraber olurlar. Mücrimler de mücrimlerle beraber olurlar.
Daha sonra:
“Muhammed nerede?” Diye bir nida duyulur.
Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz derhal getirilir.
Allah (C.C.) şöyle seslenir:
“Ey Muhammed!
Cebrail sana Kur’an’ı tebliğ ettiğini söylüyor. Doğru mu?”
Efendimiz cevap verir:
“Evet yarabbi, doğrudur.”
Bunun üzerine Hakk Teâlâ Hazretleri buyurur:
“Şimdi minberine dön ve sana vahyolunanı oku.”
Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz okur.
Okuyuşunda bir tatlılık vardır. Okuduğu ayetlerle takva sahiplerini müjdeler.
Mü’minlerin yüzleri güleçtir. Onlar cennetle müjdelenmişlerdir.
Mücrimlerin yüzleri ise tozludur.
Geçmiş ümmetlerin ve peygamberlerin yukarıda geçtiği gibi sorgulanmalarına şu ayetler işaret etmektedir:
“Elbette kendilerine peygamber gönderilenlere de, gönderilen peygamberlere de soracağız.” (A’raf 7/6)
“Allah’ın, peygamberleri toplayıp da: size ne cevap verildi? Dediği gün: Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak sensin, diyeceklerdir.” (Maide 5/109)
Biz bunları “ihya” kitabımızda detaylı olarak anlattık.
Peygamberler derece itibariyle birbirlerinden üstündürler.
Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz Kur’anı okurken ümmeti sanki daha önce hiç duymamış gibi bir vehme kapılırlar.
Asmaî (R.A.)’a derler ki:
“Ey Asmaî!
Sen Allah (C.C.)’ın kitabım en iyi ezberleyip muhafaza eden kimse olduğunu zannediyordun. Şimdi durum nedir?”
Asmaîderki:
“Ey kardeşimin oğlu!
Ben onu Resûlullah (S.A.V.) Efendimizden dinlediğim gün zannettim ki, ben onu daha önce sanki hiç duymamış gibiyim.”
Bütün İlâhî kitapların okunmaları bitince Serâdikâtü’l Celâl denilen yüce makamdan bir nida duyulur:
“Ayrılın bugün bir tarafa, ey mücrimler.” (Yasin 36/59)
Bunun üzerine bütün mahşer halkını büyük bir korku kaplar.
Melekler cinlerle,
Cinler insanlarla ve herkes birbiri ile karışır. Sonra bir nida duyulur:
“Ey Adem! .
Senin çocuklarından bir kısmını cehenneme göndereceğim.”
Hz. Adem sorar:
“Kaç kişiyi Yarabbi?”
Allah (C.C.) buyurur ki:
“Her bin kişiden dokuzyüz doksan dokuz kişiyi.”
Yüce Rabbin ayırdığı bir avuç insandan başka kimse kalmaz.
Sonra lanetlenmiş olanlar şeytanlara yakın olur. Mizanda onların günahları sevaplarından ağır basar.
Şeriat hükümlerinin kendisine ulaştığı herkes için İlâhî Adalet terazisi olan mizan kurulur.
Mizanda günahları ağır basanlar helâk olacaklarını anlayınca şöyle derler:
“Adem bize zulmetti de zebaniler bizi kâkülümüzden yakaladılar.”
O sırada Allah (C.C.) tarafından bir nida gelir:
“Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir.
Bugün haksızlık yoktur.
Şüphesiz ki Allah (C.C.)hesabı çabuk görendir.” (Mü’min 40/17)
Daha sonra çok büyük bir kitap çıkarılacaktır ki, doğu ile batı arasım kaplar.
O kitapta topyekün mahlûkatın bütün amelleri yazılıdır.
Küçük,büyük her ne amel işlenmişse muhakkak orada kaydolunmuştur. Allah (C.C.) hiç kimseye zulmetmez.
Mahlûkatın amelleri her gün Allah (C.C.)’a ar-zolunur. O da yüce meleklere onu kaydetmelerini ve nüshalarını çoğaltmalarını emreder.
Yüce Allah (C.C.) şöyle buyurmaktadır:
“Bu bizim kitabimizdir.
Sizin hakkınızda gerçeği söylüyor. Çünkü biz yaptıklarınızı kaydediyorduk.” (Câsiye 45/29)
Sonra herkesi tek tek çağırır ve hesaba çeker. İşte o vakit ayaklar şahidlik eder, eller şahidlik eder.
Hakk Teâlâ Hazretleri şöyle buyurmaktadır:
“O günde dilleri,
Elleri ve ayakları, yapmış oldukları şey sebebiyle onların aleyhinde şahidlik edeceklerdir.” (Nûr 24/24)
Hadis-i Şerifte zikredildiğine göre bir kul Allah (C.C.)’ın huzuruna getirilir.
Allah (C.C.) şöyle hitap eder:
“Ey kötü kul!
Sen mücrim ve âsî oldun.”
O kul da:
“Yarabbi!
Ben bir şey yapmadım.” diye cevap verir. Bunun üzerine ona denilir ki:
“Senin aleyhinde deliller var.”
Daha sonra o deliller, muhafız meleklerle beraber getirilir.
Bu durum karşısında:
“Bana iftira atıp yalan söylediler!” diyerek nefsini müdafaa etmeğe kalkar.
Allah (C.C.) şöyle buyurmaktadır:
“O gün herkes gelip kendi canını kurtarmak için uğraşır.” (Nahl 16/111)
O günde ağızlara mühür vurulur.
Yüce Allah (C.C.) şöyle buyurmaktadır:
“O gün onların ağızlarını mühürleriz. Ka-
zandıklarını (amellerini) bize elleri anlatır, ayakları da şahidlik eder.” (Yasin 36/65)
Onun ağzından çıkan daha önceki konuşmaları da aleyhinde delil olarak şahidlik eder.
Bütün bunlardan sonra artık ona emir verilir ve cehenneme atılır.
O sırada bütün organları onu kınarlar ve şöyle derler:
“Konuşup şahidlik yapmamız, bizim istek ve irademizle olmamıştır. Her şeyi konuşturan Allah (C.C.) bizi de konuşturdu.”
Sonra Cehennemin külhanına atılırlar da ağlamak ve feryâd ile karışık sesleri dalgalanır.
Mü’min ve müvahhid olanlar Huzûr-u İlâhî’ye arzolunduklan vakit melekler onların etrafını kuşatırlar.
Onlardan her biri aralarında şöyle konuşurlar:
“İşte bu, size va’dedilmiş olan (mutlu) gü-nünüzdür.” (Bkz. Enbiya 21/103)