MELEĞİN DARBESİ

Can hulkuma gelince kişinin dili tutulur. Hiçbir kimse artık konuşamaz.

Nefis, göğse geldiği vakit iki durum ortaya çıkar:

Biri şudur ki, nefsin göğüste bulunması sebebiyle göğsü daralır.

Görmez misin ki, insan göğsünden bir darbe yediği vakit dehşet içinde kalır. Bazen konuşabilir, bazen de kanuşmağa güç yetiremez.

Öldürücü yara alan her yaralı ölür. Ancak göğsünden yaralı olan, ölürken de sessiz ölür.

İkincisi de şudur ki, yüksek ateşten mütevellid sesin hareketindeki sır bazen yok olur gider ve onun nefsi, iki halden biri üzere değişir durur.

Bu haller, yüksek ateş ve soğukluk halleridir. Ateşi yok olduğu vakit, işte o an ölünün hallerinden çok farklı olur.

Bazılarını bir melek, zehirli bir mızrak ile yaralar ve o kişi cehennemden bir zehir ile sulanmış olur.

İşte o vakit nefis kendisini dışarı atar ve melek de onu yakalayıp zebani’ye teslim eder.

Bazı kimselerin canlan çok yavaş ve tatlı bir şekilde alınır.

Can yavaş yavaş boğaza kadar gelir fakat orada ancak kalbe bağlı olarak kısa bir süre kalır.

İşte o zaman bir melek, nefsi bir mızrak ile yaralar. Çünkü nefis, bir mızrak ile yaralanıncaya kadar kalpten aynlmaz ve ondan irtibahı kesmez.

Bu mızrağın sim, ölüm denizine batan bir iğne olmasıdır.

O, kalp üzerine konulduğu vakit onun sim, diğer cesedlerde faydalı bir zehir gibi olur. Çünkü hayatın sim, esasen kalbe yerleştirilmiştir. Birinci yaratılış esnasında orada sımnı icra eyler.

Bir kısım mütekellimler diyorlar ki: “Hayat, nefsin gayrı olan bir şeydir.” Yani bunun manası, nefsin cesedle kanşıp birleşmesidir.

Nefis yükselmede istikrar bulunca ona fitneler arız olur.

iblis bütün yardımcılarını o kişiye musallat eder ve onları aracı olarak kullanır. Kendi yerine onlan vekil tayin eder.

O kişi böyle bir halde iken şeytanın yardımcıları ona gelirler.

Daha önce dünyada yaşayıp ölenlerden onun, en çok sevdiği kişilerin suretine girerler.

Ona dünyada bir baba gibi,

Anne gibi, .

Kardeş gibi yahut çok samimi bir arkadaş gibi nasihat ederler.

Ona şöyle derler:

“Ey fülan!

Sen öleceksin.

Biz senden önce öldük ve bu hususta işin gerçeğini senden önce öğrendik!

Şimdi sen Yahudi olarak öl. Çünkü o, Allah (C.C.) katında en makbul olan dindir.”

Eğer o kişi Yahudi olarak ölmeyi kabul etmeyip bundan kaçınırsa bu sefer diğerleri devreye girer ve derler ki:

“Sen Hristiyan olarak öl. Çünkü Hz. İsa’nın getirdiği din, Yahudilik hükümlerini kaldırmıştır.”

Daha sonra bütün milletlerin inançlarını tek tek sayıp ona telkinde bulunurlar.

İşte o vakit Cenab-ı Allah, sapmasını dilediğini saptırır.

Yüce Allah (C.C.)’ın şu kavl-i şerifinin manası budur:

“Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından Rahmet bağışla. Eminiz ki, lütfü en bol alan sensin.” (Âli İmran 3/8)

Yani, bundan önce sen bize imanı hidayet eylemiştin, ölüm anında da kalplerimizi kaydırma, demektir. Zira, Hakk Teâlâ Hazretleri bir kulunu hidayete ulaştırıp orada sabit kılarsa ona Rahmet-i İlâhi gelir. .

Deniliyor ki, Rahmet-i İlâhi’den maksad, Cebrail Aleyhisselâm’dır. Çünkü Cebrail Aleyhisselâm o kulun yanına gelince, şeytan onun yanından kovulup uzaklaştırılır.

Ölüm halinde olan kişi tebessüm eder.

Bu şekilde tebessüm eden kişiye Cenab-ı Allah’tan bir Rahmet olmak üzere gelen müjdeci melek şöyle der:

“Ey fülan!

Beni tanıyor musun? Ben Cebrail’im

İşte şunlar da senin düşmanın olan şeytanlardır.

Sen Hanif milleti ve Hz. Muhammed (S.A.V.)’in şeriatı üzerine öl.”

İnsan için bundan daha sevinçli ve iyi bir şey olamaz.

Ölüm meleği böylece mü’min kulun canını rahat bir şekilde çekip alır.

Allah (C.C.) mü’minlerin dualarına örnek teşkil etmesi bakımından şöyle buyurmaktadır:

“Bize tarafından Rahmet bağışla. Eminiz ki, lütfü en bol olan sensin.” (Bkz. Ali İmran

3/8) '

İnsanlardan bazıları vardır ki, namaz kılarken melek tarafından vurulur.

Bazılan uyurken,

Bazdan da bir oyuna takıhp kalmışken aniden vurulurlar ve ruhlan kabzedilir. Bu işlem sadece bir defa yapılır.

Bazı insanlara da can hulkuma gelince; ailesinden, komşularından yahut çok sevdiği dostlarından daha önce vefat edenler kendisine gösterdir.

O anda onun bir sesi olur.

O sesi insan hariç herkes duyar. Eğer insan onu duyabdseydi düşer bayılırdı.

Bir ölüden en son kaybolan şey, duyma özelliğidir. Çünkü ruh, kalpten ayrılınca görme hassesi-yeti bozulur. Fakat duyma özelliği, nefis kabzo-luncaya kadar yok olmaz.

Bu sebeple Resûlüllah (S.A.V.) efendimiz şöyle buyurmaktadır:

Ölülerinize Keiime-i Şehadeti (yani) Allah (C.C.)’dan başka ilâh olmadığını ve Muham-med (S.A.V.)’in de Allah (C.C.)’ın peygamberi olduğunu telkin ediniz.” (Bkz. Müslim-Cenaiz 1/2 - Ebu Davud-Cenaiz 16 - Tirmizi-Cenaiz 7 - Nesai-Cenaiz 4 - Ibnimace-Cenaiz 3 - Ahmed b. Hanbel 3/2)

Yine ölüm halinde bulunan bir kimsede büyük bir korku ve kahredici bir üzüntü görüldüğü vakit ona telkini fazlalaştırmaktan da nahyetmiştir.

Eğer sen bir ölüyü görürsen ki; salyası akıyor, Dudakları kasılıp büzülüyor,

Yüzü kararıyor,

Gözleri baygınlaşıyor.

İşte o zaman anla ki, o şakidir. Ahirette günahkâr oluşunun gerçek mahiyeti kendisine gösterilmiştir.

Ve yine bir ölüyü görürsen ki, gülermiş gibi ağzı yayvanlaşıyor,

Y üzü gülümsüyor,

Gözleri kırpılmış gibi oluyor.

İşte o zaman da anla ki, o mutludur. Cenab-ı Hakk’ın ahirette kendisini müjdelediği şeye kavuşmuştur ve kendisine verilen yüce nimetlerin hakikati ona gösterilmiştir.

Can alıcı melek, mutlu ve saadete ermiş bir kimsenin ruhunu kazbettiği vakit çok güzel yüzlü iki melek cennetten ona güzel elbiseler getirirler. Çok güzel kokulan vardır.

Melekler onu Cennet ipeklerinden bir ipeğe sararlar.

O kişi, dünyada kazanmış olduğu ilmini ve aklını kaybetmez.

Melekler onu yücelere çıkarırlar.

Bir kısmı onu tanırlar, bazıları ise tanımazlar.

Sonra yükselmeğe devam ederler.

Dağılmış çekirgeler gibi geçmiş zaman milletlerine uğrarlar. Nihayet dünya şamama ulaşırlar.

Cebrail Aleyhisselâm kapıyı çalar.

Kendisine: .

“Sen kimsin?” Diye sorulur.

O da cevap verir:

“Ben Cebrail’im, bu yanımdaki de falancadır.”

Ona derler ki:

“Falanca adam ne iyi insandır. Onun inancı da şüphelerden uzak ve çok güzel idi.”

Sonra ikinci kat semaya ulaşırlar.

Cibril Aleyhisselâm yine kapıyı çalar.

Yine ona: .

“Sen kimsin?” Denilir. O da daha önce söylediklerini tekrar eder.

Denilir ki: .

“Falanca ile beraber hoş geldiniz, sefa geldiniz. O, namazlarına ve bütün farzlarına riayet ederdi.” • •

Sonra üçüncü kat semaya ulaşırlar.

Cibril Aleyhisselâm yine kapıyı çalar.

Yine ona:

“Sen kimsin?” Denilir. O da daha önce söylediklerini tekrar eder.

Denilir ki: .

“Bu zat, malının hakkı hususunda Allah (C.C.)’ın şeriatına çok riayet ederdi. Dünya malından bir şeye sıkı sıla yapışmazdı.”

Sonra dördüncü kat semaya ulaşırlar.

Cibril Aleyhisselâm yine kapıyı çalar.

Yine ona:

“Sen kimsin?” Denilir. O da daha önce söylediklerini tekrar eder.

Denilir ki:

“Falanca ile beraber hoş geldiniz. O, orucunu tutar ve en güzel bir şekilde tutardı. Onu çirkin sözlerden ve haram lokmalardan muhafaza ederdi.” '

Sonra beşinci kat semaya ulaşırlar.

Cibril Aleyhisselâm yine kapıyı çalar.

Yine ona:

“Sen kimsin?” Denilir. O da daha önce söylediklerini tekrar eder.

Denilir ki:

“Onunla beraber hoş geldiniz, safa geldiniz. O, Cenab-ı Hakk’m farz ettiği Haccı riyasız ve şöhretten uzak bir şekilde eda eylemişti.”

Sonra altıncı kat semaya ulaşırlar.

Cibril Aleyhisselâm yine kapıyı çalar.

Yine ona:

“Sen kimsin?” Denilir. O da daha önce söylediklerini tekrar eder.

Denilir ki:

“Falanca ile beraber hoş geldiniz, safa geldiniz. O, seher vakitlerinde çok istiğfar ederdi. Gizli sadaka verirdi. Yetimlere kefil olur ve daima onları gözetirdi.”

Sonra kendisi için kapılar açılmağa devam eder. Nihayet yüce duvarlarla çevrili bir yere ulaşırlar.

Cibril Aleyhisselâm yine kapıyı çalar.

Yine ona:

“Sen kimsin?” Denilir. O da daha önce söylediklerini tekrar eder.

Denilir ki:

“Salih ve iyi bir kul ile beraber hoş geldiniz, safa geldiniz. O kul, çok istiğfar ederdi. İyiliği emreder ve kötülükten menederdi. Yoksullara ikramda bulunurdu.”

Sonra meleklerle dolu bir yere ulaşırlar. Onların hepsi de kendisini Cennetle müjdelerler ve onunla musafaha ederler.

Nihayet Sidretü’l Müntehâ denilen yere ulaşırlar.

Cibril Aleyhisselâm yine kapıyı çalar.

Ona:

“Sen kimsin?” Denilir. O da daha önce söylediği gibi cevap verir. .

Denilir ki:

“Falanca ile beraber hoş geldiniz, safa geldiniz. Onun yaptığı ameller, Cenab-ı Hakk’m rızası için yapılan salih amellerdi.”

Sonra kendisine kapılar açılır.

Onlar bir ateş denizinden geçerler.

Sonra bir nûr denizinden,

Sonra bir zulmet denizinden,

Sonra bir su denizinden,

Sonra bir dolu denizinden geçerler. Bu denizlerin her birinin boyu bin yıllık mesafedir.

Daha sonra Arş-ı Rahman’ın üzerini kuşatan bir kuyu kazılır. Onun duvarları seksen bin tanedir. Her bir duvarın bin şerefesi vardır. Her bir şerefenin bir ay’ı vardır ki, Hakk Teâlâ’yı tehlil, teşbih ve takdis ederler.

Şayet o aylardan bir tanesi dünya semamda belirmiş olsa Allah (C.C.)’dan başkasına tapılırdı.

O, nûrunu yaktığı zaman Hadratü’l Kuds makamından ve o duvarların arkasından bir münâdî şöyle seslenir:

“O getirdiğiniz kimdir?”

Denilir ki:

“Falan oğlu filandır.”

Bu sırada Yüce Allah (C.C.) buyurur ki:

“Onu bana yaklaştırın.”

Sonra ona buyurur:

“Ey Kulum! Sen ne güzel bir kul idin.”

Hakk Teâlâ Hazretleri o kulunu önce huzurunda durdurup bir kısım kınama ve töhmetlerle onu mahcup eder. O kadar ki, o kul kendisinin helâk olduğunu zanneder.

Sonra Allah (C.C.) onu bağışlar.

Kadı Yahya b. Eksem Hazretlerinden rivayet edildiğine göre kendisi bir rüya görmüştü. Rüyasında denildi ki:

“Sen Allah (C.C.) için ne amel işledin?”

Yahya b. Eksem diyor ki:

“Hakk Teâlâ Hazretleri beni huzurunda durdurdu. Sonra: “İhtiyar! Sen şöyle yaptın, sen böyle yaptın.” dedi.

Ben de: “Yarabbi! Ben senden direkt olarak bir Kudsi Hadis nakletmedim.” dedim.

Buyurdu ki: “Peki nasıl ve ne ile Hadis söyleyip naklettin?”

Dedim ki:

“Bana Zührî söyledi.

O daUrve’den,

O da Aişe (R.A.)’dan,

O da Peygamber (S.A.V.)’den,

O da Cebrail’den,.

O da zât-ı Sübhaniyenizden nakletti ki şöyle buyurdunuz:

“Ben ömrümü islâmda tüketmiş bir ihtiyara

azab etmekten hayâ ederim.” (Benzer bir Ha-dis-i Şerif için Bkz. Ramûzu’l Ehadis-Sayfa/90) Bunun üzerine Allah (C.C.) buyurdu ki:

“Sen doğru söyledin. .

Zührî de doğru söyledi.

Ma’mer de doğru söyledi.

Urve de doğru söyledi.

Aişe de doğru söyledi.

Muhammed de doğru söyledi.

Cibril de doğru söyledi.

Ve ben de seni mağfiret eyledim.”

Yine bir rivayete göre İbn-i Nebâte Hazretleri bir rüya görmüştü.

Ona denildi ki:

“Allah (C.C.) sana ne muamele etti?”

Şöyle cevap verdi:

“Beni huzurunda durdurdu ve dedi ki: sen sözünü öz olarak söyleyen bir kimsesin. Ne fasih konuştu! Desinler diye böyle yaparsın.”

Ben de dedim ki: ,

Seni teşbih ve tenzih ederim. Ben seni dünyada vasfediyorum.”

Buyurdu ki:

“Dünyada vasfettiğin gibi söyle.”

Dedim ki:

“Onları yaratan öldürdü.

Onlan konuşturan susturdu.

Onları yok eden, yine onlan var edecektir. Onları parçalıyıp ayıran, yine onları bir araya

toplayacaktır.”

Bunun üzerine buyurdu ki:

“Doğru söyledin.

Haydi git, seni mağfiret eyledim.”

Yine bir rivayete göre Mansur b. Ammar Hazretleri bir rüya görmüştü.

Ona denildi ki:

“Allah (C.C.) sana ne muamele etti?”

Şöyle cevap verdi:

“Beni huzurunda durdurdu ve dedi ki: Bana ne ile geldin ey Mansur?

Ben de: otuz altı delil ile geldim, dedim.

Buyurdu ki: Onlardan bir tane bile kabul etmedim.

Sonra tekrar sordu: Bana ne ile geldin?

Cevap verdim: Üçyüz altmış hatme ile geldim. Onları senin yüce hatırın için okudum.

Buyurdu ki: Onlardan bir tane bile kabul etmedim.

Sonra tekrar sordu: Bana ne ile geldin Ey Mansur?

Dedim ki: Senin Rahmetine sığınarak geldim.

Sübhanehu ve Teâlâ Hazretleri buyurdu ki: İşte şimdi bana geldin. Haydi git. Seni mağfiret eyledim.”

Bu gibi hikâye ve nakillerin çoğu bu tip işleri bildirmektedir.

Ben ancak ibret alıp uyacak kimsenin uyması için bunları sana anlattım. Allah (C.C.) yardımcımızdır. .

Bir kısım insanlar vardır ki, onlar Kürsî’ye kadar geldikleri vakit: .

“Onu geri çevirin.” Diye bir nida duyarlar.

Bazıları da Cübb denilen kuyudan geri çeviri-lirler. Ancak onlar yine de sonuçta Hakk Teâlâ Hazretlerine ulaşırlar.

Melekler onu tanırlar.

Cenab-ı Hakk’ın huzuruna varma yolunda onu durdurmazlar.